Anonim Şirket Genel Kurul Toplantısı Çağrı Usûlüne Uyulmaması Toplantıya Katılamayan Pay Sahibinin Mülkiyet Hakkını İhlâl Eder Mi?

-Farazî Bir Bireysel Başvuru Çerçevesinde İnceleme-

Prof. Dr. İsmail Kırca*

 

I. Giriş

Usûlsüz çağrı sebebiyle anonim şirket[1] genel kurul toplantısına katılamayan pay sahibi, yokluğunda alınan kararların iptalini isteyebilir. Yargıtay içtihatlarına göre sırf çağrının usûlsüz olduğu gerekçesiyle açılan bir iptal davasının başarıyla sonuçlanabilmesi için, pay sahibinin sahip olduğu oy oranının genel kurul kararının alınmasında etkili olması gerekir. Keza yokluğunda alınan karar içeriği itibariyle hukuka uygunsa, toplantıya katılamayan pay sahibinin açacağı iptal davası reddedilmelidir. Yargıtay’ın bu tavrı sonucunda pay sahibi, genel kurula katılma, genel kurulda müzakere edilen konular hakkında görüş açıklama ve öneride bulunma ile oy hakkı gibi vazgeçilemez haklarından yoksun bırakılmakta, pay sahipliği konumu işlevini önemli ölçüde yitirmektedir. Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi’nin (Batider) 2021 Aralık sayısında (C. XXXVII, S. 4) yayımlanan ve bu tanıtım yazısının konusunu oluşturan makalede Yargıtay’ın söz konusu içtihatlarının pay sahibinin 1982 Anayasası (Ay) m. 35 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) Ek Protokol (1) m. 1 hükümleriyle korunan mülkiyet hakkını ihlâl sonucunu doğurup doğurmadığı farazî bir bireysel başvuru çerçevesinde incelenmeye çalışılmıştır. Bu amaçla, ön bilgi niteliğinde olmak üzere konunun şirketler hukuku boyutu hakkında kısa açıklamalar yapılmış, bunu takiben mevcut Yargıtay kararları çerçevesinde anonim şirket genel kurul toplantısı çağrı usûlüne uyulmamasının, bu sebeple toplantıya katılamayan pay sahiplerinin Ay m. 35 ile AİHS Ek Protokol (1) m. 1 hükümleriyle korunan mülkiyet hakkını ihlâl edip etmediği üzerinde durulmuştur.

II. Usûlsüz Çağrı Kavramı ve Usûlsüz Çağrı Sebebiyle Genel Kurul Kararlarının İptali İstemlerinde Yargıtay’ın Tutumu

Bilindiği üzere pay sahibi paylarından doğan hakların önemli bir kısmını yalnız genel kurulda kullanabilmektedir. Bunun içindir ki, genel kurula katılmak, paya ve pay sahipliği konumuna büyük ölçüde işlev kazandırmaktadır. Genel kurul toplantılarına katılmanın taşıdığı önem sebebiyle pay sahiplerinin toplantıya katılabilmelerini sağlamak üzere halka kapalı şir­ketler ile halka açık şirketlerde genel kurul toplantısına çağrı için özel usûller öngörülmüştür [bkz. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 414; 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu m. 29/1-2; Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Bakanlık Temsilcileri Hakkında Yönetmelik m. 10-11]. Çağrısız toplantı yapılabilmesi ancak çağrısız genel kurul hakkındaki TTK m. 416 hükmünde öngörülen koşullarda mümkündür; aksi takdirde alınan kararlar yok sayılmaktadır. Çağrının yapılmaması ile kastedilen, ilgili hükümlerde öngörülen usûle uygun bir çağrının hiç yapılmaması veya hiç yapılmamasına denk sayılabilecek ağırlıkta bir çağrının varlığıdır. Çağrı yapılmakla birlikte usûlüne uygun olmayan bir çağrının varlığı hâlinde ise iptal yaptırımı devreye girmektedir (bkz. TTK m. 445-446). Usûlsüz çağrı sebebiyle toplantıya katılamayan bir pay sahibi müzakere edilen konular hakkında görüşünü açıklamak ve öneride bulunmak, oy kullanmak, bilgi almak ve azlık haklarından yoksun kalacaktır.

Genel kurul tarafından verilen kararlar toplantıda hazır bulunmayan pay sahipleri hakkında da geçerlidir (TTK m. 423). Bu yüzden usûlsüz çağrı sebebiyle toplantıya katılamayan bir pay sahibine, toplantıda alınan genel kurul kararlarının iptalini dava etme olanağı verilmektedir. Böyle bir iptal davasının dayanağı hakkında iki olasılık akla gelmektedir. Bunlardan ilki kararın içeriğine (konusuna), ikincisi ise kararın meydana gelişine (usûle) ilişkin hukuka aykırılık sebebiyle iptal davası açmaktır. Makalede bu husus, halka kapalı bir anonim şirkette esas sermayenin %35’ini elinde bulunduran pay sahibi (A)’nın rüçhan hakkının, kendisine iadeli taahhütlü mektup gönderilmediği için katılamadığı toplantıda, gerekli nisaplara uyularak (bkz. TTK m. 461/2) kaldırılması örneğiyle somutlaştırılmıştır. (A), sırf çağrının usûlüne göre yapılmadığı, yani kararın meydana gelişine ilişkin hukuka aykırılık bulunduğu iddiasıyla, TTK m. 446/1-(b) hükmüne dayanarak kararın iptalini dava edebilir. Böyle bir iptal davasının başarıyla sonuçlanabilmesi, TTK m. 446/1-(b) uyarınca çağrının usûlüne göre yapılmamasının genel kurul kararının alınmasında etkili olmasına bağlıdır. “Etkili olma”dan -Yargıtay’ın anladığı gibi- sayısal etki anlaşıldığı takdirde (A)’nın açacağı iptal davası reddedilecektir, çünkü onun oyları (esas sermayenin %35’i) olmadan da karar alınabilmektedir. Bu olasılık dışında (A), Yargıtay içtihatlarına göre, -6762 sayılı TTK m. 381/2-(1)’den farklı olarak TTK m. 446’da bir düzenleme bulunmamasının yarattığı kanun boşluğu 6762 sayılı TTK dönemindeki uygulama aynen devam ettirilmek suretiyle doldurulmak suretiyle- kararın içeriğinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla iptal davası açabilir. Bu olasılıkta Yargıtay, sırf çağrının usûlsüz olmasını kararın iptali için yeterli görmemektedir; usûlsüz çağrı sebebiyle genel kurul toplantısına katılamayan pay sahibinin ayrıca kararın içeriğinin kanun veya esas sözleşme hükümlerine yahut dürüstlük kuralına aykırı olduğunu kanıtlamasını aramaktadır. Böyle bir durumda karar içeriği itibariyle kanun veya esas sözleşme hükümlerine ve özellikle dürüstlük kuralına aykırı değilse iptal istemi reddedilecektir. Şu hâlde usûlsüz çağrı yapıldığı için şirketten kaynaklanan bir sebeple toplantıya katılamayan bir pay sahibinin, katılamadığı toplantıda alınan kararlar içeriği itibariyle hukuka uygunsa başvurabileceği bir yol yoktur. Ancak bu durum, usûlsüz çağrı sebebiyle toplantıya katılamayan bir pay sahibinin, müzakere edilen konular hakkında görüşünü açıklamak ve öneride bulunmak, oy kullanmak, bilgi almak ve sermayenin belli bir oranını oluşturmak kaydıyla azlık haklarından yoksun bırakılmasına, pay kavramı ile pay sahipliği konumunun önemli ölçüde anlam ve işlevini yitirmesine yol açacak; hem yönetim kurullarının usûlsüz çağrı yapılması hususunda cesaretlendirilmesi hem anonim şirketin temel varlık sebeplerinden biri olan sermaye birikiminin sağlanması amacının önemli ölçüde akamete uğratılması anlamına gelecektir.

III. Usûlsüz Çağrının Pay Sahibinin Mülkiyet Hakkını İhlâl Ettiği İddiasının Farazî Bir Bireysel Başvuru Çerçevesinde İncelenmesi

A. Genel Olarak

Makalede, usûlsüz çağrı sebebiyle toplantıya katılamayan pay sahiplerinin mülkiyet hakkının ihlâline yol açıp açmayacağı sorusuna -farazî bir bireysel başvuru çerçevesinde- cevap aranmaktadır. Uygulamada böyle bir inceleme, mülkiyet hakkının ihlâl edildiği iddiasıyla bireysel başvuru sebebiyle Anayasa Mahkemesi (AyM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından yapılacaktır [bkz. Ay m. 148/3-5; Anayasa Mahkemesı̇nı̇n Kuruluşu ve Yargılama Usullerı̇ Hakkında Kanun (AyMKK) m. 45 vd.; AİHS m. 34)]. Bireysel başvuruya konu olması varsayımında böyle bir sorun, “kabul edilebilirlik” ve “esas” yönlerinden ele alınacağından, çalışmada da bu yönlerden değerlendirmelere yer verilmiştir.

B. Kabul Edilebilirlik Yönünden

Ay m. 148/3’ün ikinci cümlesi uyarınca, “[b]aşvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.” (keza bkz. AyMKK m. 45/2, AİHS m. 35/1).

Usûlsüz çağrı sebebiyle toplantıya katılamayan pay sahibinin genel kurul kararlarının iptalini dava etmek dışında teorik olarak başvurabileceği iki yargısal başvuru yolu daha akla gelmektedir. Bunlardan ilki, usûlsüz çağrı sebebiyle toplantıya katılamayan pay sahibinin, çağrıyı usûlsüz yapanlardan, varsa usûlsüz çağrı sebebiyle kendisinin veya şirketin uğradığı zararın tazminini istemesidir [TTK m. 553 vd., 644/1- (a)]. Ancak hemen belirtelim ki, pay sahibinin usûlsüz çağrı sebebiyle toplantıya katılamaması yüzünden kendisinin veya şirketin zararının doğduğunu ve miktarını ispatlamak oldukça güçtür. İkinci yargısal başvuru yolu haklı sebeple şirketin feshini istemektir (TTK m. 531). Bir sebebin haklı sayılması için belli bir yoğunlukta olmasının aranması, dolayısıyla bir defalık usûlsüz çağrının bu türden bir yoğunluk yaratmayacağı, ayrıca toplantıya katılamayan pay sahibine iptal davası açma olanağının verilmesi sebebiyle korumasız bırakılmadığı itirazıyla karşılaşma olasılığının yüksekliği, bir defalık usûlsüz çağrının haklı sebep sayılmasının önündeki en büyük engeldir. O halde denilebilir ki, her ne kadar pay sahibinin genel kurul kararının iptalini isteme dışında başvurabileceği iki yol daha olsa da; bu yollar kâğıt üzerinde kalmakta, dolayısıyla ihlâlin sonuçlarını giderici ve etkili nitelik taşımamaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında bahsi geçen iki yolu Ay m. 148/3 ve AyMKK m. 45/2 hükümleri çerçevesinde genel kurula katılma hakkını ihlâlin sonuçlarını giderici, dolayısıyla tüketilmesi gereken yollar olarak görmek isabetli olmayabilir.

C. Esas Yönünden

Bu başlık altındaki açıklamalarımız, çağrı usûlüne uyulmaması sebebiyle genel kurul toplantısına katılamayan pay sahibinin açtığı genel kurul kararının iptali davasının reddi kararının kesinleşmesi üzerine usûlsüz çağrı ve verilen red kararının mülkiyet hakkını ihlâl ettiği iddiasını konu alan bir bireysel başvurunun kabul edilir bulunması varsayımından hareketle yapılmaktadır. Mülkiyet hakkı, Ay m. 35 ile AİHS Ek Protokol (1) m. 1’de düzenlenmektedir. Her ne kadar “Mülkiyet hakkının içeriği” başlıklı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 683’ün 1. fıkrasında düzenlenen “şey”in kapsamına esas itibariyle cismanî varlığı olan değerler girse de, Ay m. 35 ile AİHS Ek Protokol (1) m. 1 anlamında “mülkiyet hakkı”, “mal” ve “mülk” kavramlarının kapsamı daha geniş tutulmakta, bu kapsama sadece cismanî varlığı olanlar değil, ekonomik değer ifade eden, yani değeri parayla ölçülebilen her türlü varlık dâhil edilmektedir. Bu tutum karşısında adi şirket ya da ticaret şirketi olması fark etmeksizin ortakların/pay sahiplerinin bu sıfatla sahip oldukları hakların da Ay 35 anlamında mülkiyet hakkı ve AİHS Ek Protokol (1) m. 1 çerçevesinde mal/mülk niteliği taşıdığı açıktır.

Pay sahibinin toplantıya katılamaması ve bunun sonucunda pay sahipliğinden doğan haklarını kullanamaması şirketten kaynaklanmaktadır; çünkü şirket çağrıyı usûlsüz yapmıştır. AİHS Ek Protokol (1) m. 1 ve Ay m. 35 ile kural olarak mülkiyet hakkına devlet tarafından yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamak amaçlansa da, özel hukuk ilişkileri, dolayısıyla özel hukuk uyuşmazlıkları da söz konusu hükümlerin kapsamına dâhil edilmiş olmaktadır. Tüm bunlardan hareketle, mevcut Yargıtay uygulamasının pay sahiplerinin mülkiyet hakkını ihlâl edip etmediği konusunda her şeyden önce, Yargıtay’ın, çatışan çıkarlar arasında tercih yaparken TTK m. 445 ile 446 hükümlerinin yorumlanmasında temel haklara (Ay ve AİHS’ye) en uygun olanını tercih etmediği iddia edilebilir. Bu bağlamda Yargıtay’ın bu tutumunun, AyM kararlarında ifade edildiği şekliyle pay sahibi ile şirket arasındaki menfaatler dengesinde bir taraf aleyhine aşırı orantısızlığa yol açıp açmadığı da tartışmaya değer bir husustur. Bundan başka, Yargıtay kararlarının bariz takdir hatası içerdiği de düşünülebilir. Şöyle ki, TTK m. 434/2’ye göre, “[h]er pay sahibi sadece bir paya sahip olsa da en az bir oy hakkını haizdir.” Oysa Yargıtay’ın mevcut uygulaması, pay sahibinin şirkete ait sebeple genel kurula katılamamasını ve oy kullanamamasını hukuka uygun görmek suretiyle oy hakkıyla donatılmış payı fiilen oydan yoksun hâle getirmektedir.

Bariz takdir hatası bağlamında ifade edilmesi gereken diğer bir husus da Yargıtay’ın, gündeme bağlılık ilkesinin düzenlendiği TTK m. 413/1’i ihlâl eden genel kurul kararlarının başka bir koşul aranmaksızın iptal edileceğini belirtmek suretiyle menfaatler durumu aynı olan bir başka konuda farklı tutum sergilemesidir. Yargıtay’ın tutumunun bariz takdir hatasının ötesinde AyM kararları anlamında açık bir keyfilik içerdiğinin söylenip söylenemeyeceği hususu da ayrıca tartışmaya değer niteliktedir. Keza takdir hatası bağlamında eklemek isteriz ki Yargıtay, üyelerden biri haberdar edilmeksizin toplanan yönetim kurulunda alınan kararları -gerekli nisaplara uyulsa bile- geçersiz saymaktadır. Oysa en azından halka kapalı şirketlerde pay sahiplerinin sayısının azlığı göz önünde bulundurulduğunda toplantılara katılım konusunda yönetim kurulu ile genel kurul toplantısı arasında bu açıdan bir fark gözetilmesi sorgulanmaya değerdir.

IV. İhlâlin Bulunduğu Varsayımında İhlâlin Sonuçlarının Giderilmesi

Bir an için usûlüne uygun çağrı yapılmadığı için genel kurul toplantısına katılamayan pay sahibinin açtığı iptal davasının, iptali istenen genel kurul kararlarının içeriği bakımından hukuka uygun olduğu gerekçesiyle reddinin mülkiyet hakkını ihlâl ettiği iddiasıyla bireysel başvuru yapılır ve AyM tarafından pay sahibinin mülkiyet hakkının ihlâl edildiği sonucuna varılırsa, söz konusu ihlâl bir mahkeme kararından kaynaklandığı için ihlâli ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir (AyMKK m. 50/1-2). Kanaatimizce böyle bir ihlâlin etkilerini gidermenin en kolay ve isabetli yolu, içerik itibariyle hukuka uygun bir genel kurul kararının sırf çağrıda usûlsüzlük sebebiyle iptalini sağlamaktır.

* TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Öğretim Üyesi.

[1] Konu bağlamında anonim şirketler hakkında yapılan açıklamaların niteliğine uygun düştüğü oranda limited şirketler hakkında da geçerli olduğunu hatırlatmak isteriz (bkz. TTK m. 622).