Milletlerarası Özel Hukukta Markanın Korunması

Dr. Öğr. Üyesi A. Kübra Altıparmak Elmas

GİRİŞ

Marka hakları, sıklıkla uluslararası ihlallere konu olmakta ve markanın korunmasıyla ilgili açılan davalarda pek çok mesele gündeme gelmektedir. İlgili davalarda marka hakkı sahibinin hangi ülke mahkemelerinde, kime karşı, hangi hukuka göre ve hangi hükümler altında koruma talep edeceğine karar vermesi gerektiği gibi; alınan mahkeme kararının farklı ülkelerde icra edilebilirliği, yargılama sırasında hakkın geçerliliğine ilişkin yurtdışından alınacak kararın bekletici mesele yapılması gibi farklı konuların da ortaya çıkması muhtemeldir. Günümüzde marka hukuku, uluslararası sözleşmelerle önemli ölçüde uyumlaştırılmış olsa da henüz, sayılan konularla ilgili bir yaklaşım birliği ve milletlerarası mekanizma oluşturulamamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, fikrî mülkiyet hukukunun temel esaslarından olan ülkesellik ilkesidir. Çalışmada; ülkesellik ilkesinin uluslararası marka korumasını nasıl şekillendirdiği, milletlerarası yetki ile uygulanacak hukuktaki etkileri ve uluslararası ticarette yarattığı problemler ele alınarak, yasa koyucular ve uygulama için çözüm önerileri tartışılmıştır.

I. MARKA KORUMASINDA ÜLKESELLİK

  A. Ülkesellik İlkesinin Yarattığı Problemler

Marka haklarında ülkesellik, hakkın yalnızca tescilli olduğu ülkede tanınıp korunması anlamına gelir. Ancak günümüz teknolojik imkanları ve gelişen uluslararası ticaret ortamında marka haklarının etkisinin kazanıldıkları ülkelerle sınırlı olmadığı açıktır. Marka hakkı, tescil edilmediği ve hukuken korunmadığı ülkelerde gerçekleşen eylemlerle de kolaylıkla ihlal edilebilmektedir. Farklı ülkelerde tescilli olsa dahi, marka hakkı aynı anda onlarca ülkede ihlal edilebildiği için, hak sahiplerinin her bir ihlal ülkesinde hakkı koruması kimi zaman imkânsız hale gelebilmektedir. Bu durumda kanun koyucular dengeyi nasıl sağlamalıdır? Uygulama ve teorinin işaret ettiği cevap açıktır: Ülkeselliğin esnetilmesi sayesinde.

  B. Esnek Ülkesellik Eğilimi

Günümüzde marka hukukuyla ilgili düzenlemelerde “ülkesellik” temel esas olmakla birlikte; küresel ticaretin ihtiyaçları nedeniyle katı ülkesellik yaklaşımı, yerini marka korumasında esnek bir yaklaşıma bırakmaktadır. Örneğin Madrid Sözleşmesi ve Protokolü ile kurulan Madrid Sistemi uluslararası sözleşmelerde kabul edilen millî muamele ilkesi ve rüçhan hakkı bunun açık örnekleridir. Bu gibi yöntemlerle, ülkesellik ilkesinin küresel ticarette yarattığı zorluklar aşılmaya çalışılmaktadır. Tüm bunlar yanında, ülkeselliğin esnetilmesi için milletlerarası özel hukukun sağlayabileceği imkanlar da bulunmaktadır. Çalışmanın ana hedefi ve çabası da; karşılaştırmalı hukuk ışığında, Türk hukuku için bu imkanları ortaya koymaktır.

II. YABANCI UNSURLU MARKA İHLALLERİNDE ÜLKESELLİK

  A. Mahkemelerin Milletlerarası Yetkisi

Milletlerarası özel hukukta markanın ülkeselliği iki başlıkta incelenebilir: Milletlerarası yetki ve uygulanacak hukuk. Ülkeselliğin milletlerarası yetki konusundaki en önemli sonucu, marka hakkının varlık ve geçerliliğine ilişkin konularda tescil ülkesi mahkemelerinin münhasır yetkili kabul edilmesi olmuştur. Avrupa Birliği hukukunda Brüksel I Tüzüğü m. 24 bunun en somut örneğidir. İlgili düzenleme gereği marka hakkının geçerliliği, hakkın varlığı veya sona ermesi ya da önceki tescile dayanan rüçhan hakkı iddiası gibi konularda tescil ülkesi mahkemeleri münhasıran yetkilidir. İhlale ilişkin konular bu madde kapsamında olmadığından, marka hakkına tecavüz iddiasına dayanan davalarda tescil ülkesinin yetkisi münhasır değildir. Common law hukuklarında da mahkemelerin, özellikle marka hakkının geçerliliğine ilişkin konularda, tıpkı AB hukukundaki gibi güçlü ülkesel bir yaklaşım izlediği ve konu bakımından yetkiyi aradığı görülür.

Konuyu Türk hukuku bakımından ele alacak olursak, Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m. 156 gereği, marka hakkının varlık ve geçerliliğine ilişkin konularda Türk mahkemelerinin yetkisinin münhasır nitelikte olduğu görüşüne katılmakla birlikte, münhasır yetkiye daha esnek yaklaşılması gerektiği görüşündeyiz. Karşılaştırmalı hukuktaki öneriler ışığında; Türkiye’de SMK’ya göre tescilli markalar hakkında yabancı mahkemelerden alınan hakkın varlığı ve geçerliliğine ilişkin kararlar; davanın esasını teşkil etmediği, Türkiye’deki tescili etkilemediği ve yalnızca taraflar bakımından hüküm doğurduğu durumlarda tanıma/tenfize konu edilebilmelidir.

  B. Uygulanacak Hukuk

    1. Koruma Ülkesi Hukuku (Lex Loci protectionis)

Ülkesellik ilkesinin kanunlar ihtilâfına yansıması ise lex loci protectionis yani “koruma ülkesi hukuku” bağlama kuralıyla olmuştur. Kurala göre; markanın korunmasına uygulanacak hukuk, hakkın korunmak istendiği ülke hukuku olacaktır. Koruma da ancak hakkın tescilli olduğu yerde sağlanacağından; bu hukuk, marka hakları bakımından neredeyse her zaman tescil ülkesini işaret edecektir. Bu kural, günümüzde Türkiye dahil olmak üzere, millî hukuklarda ve çeşitli kuruluşların önerilerinde yaygın olarak benimsenmektedir. Ancak ilgili kural, internet üzerinden işlenen marka ihlalleri bakımından yeterli açıklığı ve çözümü sunamamaktadır.

    2. İnternet Üzerinden İşlenen Marka Hakkı İhlalleri ve Türk Hukukuna Bir Öneri

İnternet üzerinden işlenen fikrî mülkiyet hakkı ihlallerinde; ihlalin gerçekleştiği yerin tespitinin zorluğu yanında, her durumda koruma ülkesi hukukunun uygulanması, hak sahiplerinden yana dengesiz bir durum oluşturabilir. Zira hak sahibi, her durumda hakkın tanındığı ve koruma bulduğu yer hukukuna başvuracaktır. Oysa fikrî mülkiyet haklarının ülkelerin kalkınmasındaki rolü de göz önüne alındığında, farklı menfaat grupları arasında dengenin sağlanması oldukça önemlidir. Milletlerarası özel hukuk bakımından bu dengenin sağlanması, en sıkı ilişkili hukukun uygulanması ile mümkündür. Nitekim uluslararası kuruluşların tavsiye ilkelerinde konuyla ilgili olarak en sıkı ilişkili hukukun benimsendiği görülmektedir. Milletlerarası Özel Hukukta Uygulanacak Hukuk  (MÖHUK) m. 23’ün iktibas edildiği İsviçre Milletlerarası Özel Hukuk Federal Kanunu’nda da (IPRG) daha sıkı ilişkili hukukun uygulanmasını gerektiren istisna kuralıyla (m. 15) aynı etki sağlanmıştır. En sıkı ilişkili hukukun uygulanması ile özellikle internet, uydu gibi kanallarla işlenen hak ihlallerinde parçalanmanın önüne geçilmekte ve uyuşmazlık ve taraflarla ilgisiz bir hukukun uygulanması engellenmektedir.

Sonuç olarak; Türk hukuku bakımından internet ve uydu gibi kanallar aracılığıyla birden fazla yerde etki doğuran marka hakkı ihlallerinde en sıkı ilişkili hukuk yaklaşımının benimsenmesi ve uyuşmazlığın bütün olarak bu hukuka tâbi tutulması gerektiğini savunuyoruz. Zira MÖHUK m. 23 ile fikrî mülkiyet hakkı sahibi lehine oluşan dengesizlik, en sıkı ilişkili hukukun uygulanması ile uluslararası ticaretin menfaatleri lehine dengelenecektir. Konuyla ilgili olarak çalışmada, kanun koyucuya iki seçenekli bir öneri sunulmuştur.

      a. E-Ticaret Platformlarının Sorumluluğu Meselesi

İnternet üzerinden işlenen marka ihlallerinde, aracı hizmet sağlayıcı niteliğindeki e-ticaret platformlarının marka ihlallerinden sorumluluğu meselesi de bir başka önemli problemi oluşturmaktadır. Online pazaryeri olarak adlandırılan bu platformlar üzerinden satışı yapılan sahte markalı ürünler ile marka hakkının ihlal edilmesi durumunda, üçüncü kişi satıcı yanında, e-ticaret platformunun sorumluluğuna da başvurulabilmektedir. Böyle bir durumda platformun sorumluluğunun asıl ihlale bağlı mı yoksa ayrı bir haksız fiil sorumluluğu olarak mı ele alınması gerektiği belirsizdir. Konuyla ilgili çeşitli öneriler bulunmakla birlikte, öğretide genel kabul gören yaklaşım, uyuşmazlığın parçalanmayarak bunların da ihlale uygulanacak hukuka tâbi tutulmasıdır. Söz konusu yaklaşım, taraflar bakımından öngörülebilirlik sağlaması nedeniyle de makul bir çözümdür. Bu yaklaşımın aracı hizmet sağlayıcılar ve dolayısıyla serbest ticaret için doğurabileceği olumsuz sonuçlar, ICANN (İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu) ve WIPO (Dünya Fikrî Mülkiyet Örgütü) gibi kuruluşların getirdiği maddi hukuk düzenlemeleriyle aşılmaktadır.

III. ÜLKESELLİK KARŞISINDA FARKLI BİR YAKLAŞIM: AMERİKAN MAHKEMELERİNİN SINIR-AŞAN (EXTRA-TERRITORAL) MARKA KORUMASI

ABD hukuku uluslararası marka ihlalleriyle ilgili, ülkesellik karşısında özgün bir yaklaşım ortaya koyduğundan, çalışmada özel bir incelemeyi gerektirmiştir. Amerikan markalarının yurtdışında uğradığı ihlallerde ABD mahkemelerinin, kanunlar ihtilâfı sürecini tamamen göz ardı ederek doğrudan, Amerikan Federal Marka Yasası Lanham Act’in uygulanıp uygulanamayacağıyla sınırlı bir inceleme yaptığı görülmektedir. Diğer deyişle, kanunlar ihtilâfı süreci işletilmek yerine; millî kanunun sınır-aşan şekilde uygulanmasının (extra-territorial application) mümkün olup olmadığı incelenmektedir. Cevap olumlu olduğu takdirde uyuşmazlık Lanham Act’e göre çözüme kavuşturulmakta, olumsuz ise mahkeme, konu bakımından yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmektedir.

Amerikan mahkemelerinin yurtdışında gerçekleşen marka ihlallerindeki yaklaşımı, günümüzde yerleşik uygulama halini almıştır. Bu uygulamanın benimsenmesinde Amerikan marka ve patentlerinin gelişmekte olan ülkelerde uğradığı yoğun ihlaller ve ilgili ülkelerin sağladığı zayıf koruma etkili olmuş gözükmektedir. Sonuç olarak Amerikan yargısı, tescilli federal markalar için sınır-aşan bir yaklaşımla yurtdışında gerçekleşen ihlallerde dahi ulusal marka yasalarına göre koruma sunmaktadır. Bunun aksine; yabancı markaların ihlali ile ilgili önlerine gelen davaları ise güçlü ülkesel yaklaşımla konu bakımından yetkisizlik gerekçesiyle reddetmektedir. Amerikan markaları bakımından benimsenen bu korumacı, sınır-aşan yaklaşım, özellikle Japon hukukunda eleştiri konusu olmuş ve mahkeme kararlarında da karşılık bulmuştur. Amerikan yasalarının sınır-aşan şekilde uygulandığı kararların Türkiye’de de tanıma/tenfiz engelleri bakımından tartışmaya açılması gerektiğini düşünüyoruz.

Not: Detaylı bilgi, yazarın bu konudaki kitap çalışmasından (A. Kübra Altıparmak Elmas, Milletlerarası Özel Hukukta Markanın Korunması, Ankara 2022) edinilebilir.

 Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Özel Hukuk Anabilim Dalı.